“`html
Sakarya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kemal İnat, 23 Şubat Pazar günü gerçekleştirilen Almanya genel seçimlerinin sonuçlarını değerlendirdi.
Seçim anketleri, Friedrich Merz liderliğindeki Hıristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin yaklaşık %30 oy oranıyla en çok oyu almasının yanı sıra, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin de %20 civarında oy almasının beklendiğini gösteriyordu. Kesin olmayan seçim sonuçlarına göre, AfD önceki seçimlere göre oy oranını iki katına çıkararak %20 hedefine ulaşmayı başardı. Bu durum, Almanya açısından ciddi bir alarm zili olarak değerlendiriliyor. Zira, Fransa, İtalya ve Avusturya gibi Avrupa Birliği ülkelerinde aşırı sağcı partiler bu seviyelere ulaştığında Almanya, kendisini Avrupa’nın güvenliği açısından bir sigorta olarak gösteriyordu. Ancak günümüzde aşırı sağcı partiler, Alman siyasi sistemine tehdit oluşturmaya başladı.
Bu tehdit, seçim sonrası koalisyon hükümeti kurma sürecini zorlaştırarak erken hükümet dağılmalarını artırıyor. Aşırı sağın yanı sıra, koalisyon görüşmelerinde aşırı sol partilerin (Linke, BSW) yüksek oy alması, diğer partilerin koalisyon kurmasını zora sokuyor. Pazar günü yapılan seçimler de yine karmaşık bir koalisyon dönemi yaratma ihtimali doğurmuştu. Eğer BSW ve Hür Demokrat Parti (FDP) barajı aşıp geçerlerse üç partili bir koalisyon gerekli olacaktı. Muhtemel koalisyon ise CDU/CSU, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller arasında şekillenecekti. Ancak CSU ile Yeşiller arasındaki siyasi çekişmeler, böyle bir koalisyonun oluşumunu iyice zorlaştırıyor.
BSW ve FDP’nin seçimde %5 barajının altında kalması, CDU/CSU ve SPD’nin koalisyon kurma ihtimalini artırdı. Bu da Almanya’nın önceki döneme göre daha istikrarlı bir hükümete sahip olma umudunu yükseltiyor. Seçimde en çok oyu alan CDU/CSU, “şimdilik” aşırı sağcı AfD ile bir koalisyona girmeyeceğini açıkladığından, bu partinin herhangi bir hükümette yer alması pek mümkün görünmüyor.
ALMANYA, ASKERİ GÜCÜNÜ ARTIRACAK MI?
Friedrich Merz’ın önderliğinde kurulması beklenen yeni hükümetin en önemli hedefleri arasında Almanya’nın askeri kapasitesini arttırmak yer alıyor. Merz’in açıklamaları, yalnızca Almanya’nın değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin askeri gücünü de artırma niyeti taşıdığını gösteriyor; bu süreçte, Fransa ile işbirliğine de önem vereceği anlaşılıyor.
Burada dikkat edilmesi gereken dört ana madde bulunmaktadır. İlk olarak, Berlin ve diğer Avrupa başkentlerindeki liderlerin Donald Trump dönemindeki ABD’nin askeri destek sözlerine olan güvenlerinin sarsılması, Almanya’nın askeri gücünü artırma ihtiyacını doğuruyor. Merz, Trump’ın NATO konusundaki belirsizlikleri ışığında, “Artık kendi savunmamızı yapabilmek için büyük adımlar atmalıyız” diyerek bu gerçeği vurguladı.
İkinci olarak, Rusya’nin askeri gücünü dış politika araçlarından biri olarak kullanma eğilimi, Almanya’yı askeri kapasitesini artırmaya zorluyor. Üçüncü olarak yeni koalisyon hükümeti arasında askeri harcamaların artırılması konusunda yaşanabilecek tartışmalar, her partinin bütçeden ayrılacak pay konusunda farklı düşünceler taşıdığını ortaya koyuyor. En çok oy alan CDU/CSU’nun başbakan adayı Friedrich Merz, gelecek 2-3 yıl içinde savunma harcamalarının GSYH’nin %2’sine yükseltilmesi için çalışacaklarını belirtirken; CSU Lideri Markus Söder ise bu oranın %3-3,5 civarında olmasını talep ediyor. Muhtemel koalisyon ortağı SPD lideri Olaf Scholz da bu konuda Merz ile benzer bir görüşü paylaşıyor.
Son olarak, Rusya’nın saldırganlıklarının arttığı bir dönemde, Trump’ın güvenilmez bir müttefik olarak algılanması Almanya’da nükleer savunma gibi konuları yeniden gündeme getirdi. Friedrich Merz, bu konuda Fransa’nın nükleer silahlarının ortak yönetimi fikrini gündeme getiriyor. Ancak Fransa’nın kendi nükleer silahları konusunda karar verme yetkisini paylaşma isteği belirsizliğini koruyor. Dolayısıyla, Almanya için ABD’nin nükleer koruma şemsiyesi altına girmesi hala tartışma konusu olmaya devam edecek gibi görünüyor.
YENİ HÜKÜMETİN RUSYA VE ABD POLİTİKASI NE OLACAK?
Yeni kurulacak Alman hükümetinin, Rusya-Ukrayna savaşı konusundaki yaklaşımının ne olacağı, Merz’in Olaf Scholz ile bazı yönlerden farklı düşünceler geliştirmesiyle şekilleniyor. Öncelikle, her iki siyasetçi de Trump yönetiminin Ukrayna politikasına katılmıyor. Merz, Trump’ın Ukrayna’yı suçlayan söylemlerini eleştirerek, “Bu, Putin’in taktiğini benimsemekle eşdeğerdir” dedi. Merz, Avrupalıların konuya stratejik bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini savunuyor.
Aslında, Scholz’un döneminde Almanya, Rusya-Ukrayna savaşında pek de istenen bir pozisyona itilmişti. Başbakan Scholz, savaşın başında dikkatli bir politika izleyerek ülkesini riske atmaktan kaçınmaya çalıştı. Ancak, Biden yönetiminin baskılarıyla, bu tutumunu değiştirmek zorunda kaldı ve Ukrayna’ya daha fazla destek vermeye yönelik adımlar attı. Merz’in liderliğindeki yeni hükümetin bu konuda nasıl bir yol haritası çizeceği merak konusu; zira Merz, müzakereler için Hür Demokrat Parti’nin liderliğine, Avrupa’nın koordinesinde bir çerçeve içinde Ukrayna’ya silah yardımı yapmaktan yana olduğunu belirtmişti.
Yeni kurulacak hükümetin, Trump yönetimi altında rotasını değiştirme istekli olup olmayacağı ise zamanla netlik kazanacak. Almanya’nın, yeni Amerikan yönetiminin politikasına respond olarak kendi pozisyonunu belirlemesi, Rusya’nın yarattığı belirsizlikler çerçevesinde zor bir süreç getirebilir. Merkel sonrası dönemdeki dinamikler karşısında Almanya’nın askeri kapasiteyi artırmak istemesinin ardında, hem ulusal hem de uluslararası güvenlik kaygıları bulunuyor. Zira, Almanya’nın bağımsız bir strateji geliştirerek kendini savunabilecek bir aşamaya gelmesi, hem kısmi bir dayanıklılık hem de uluslararası ilişkilerde söz sahibi olabilme adına kritik bir adım olacaktır.
“`
More Stories
İmamoğlu’nun ifade tarihi değişti
MHP Genel Başkanı Bahçeli’den Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tebrik telefonu
AKP’li Özlem Zengin sosyal medyadaki MKYK iddialarına ateş püskürdü